MONT PELERIN CEMİYETİ - KÜRESEL SERMAYENİN BEYNİ > Alıntı : 2 KİTABIN VI. BÖLÜMÜNDEN ALINTI

Cemiyet eski Başkanı Amerikalı Leonard Liggio, “Bazı Avrupalı dostlarımızın küresel düzeydeki ekonomik faaliyetlerde şirketlerin gittikçe artan roller oynadıklarından ve sahip oldukları kapasiteler açısından devletlerle rekabet eder duruma gelmiş olmalarından yakınmalarını anlamak mümkün değildir” dedi. Ona göre, “Şirketlerin kimi ülkelerde siyasal davranışlar içine girmesi ve ülke politikasına müdahale ettikleri doğru olsa bile, bu davranışların temelinde kar amacı vardır ve bu amaç karşılıklılık esasına göre gerçekleşir. Eğer şirket karlı olacaksa, o ülke de olacaktır. Zaten bunu kavramış birçok ülkenin şirketlerle ilişkileri düne göre bugün çok daha ılımlı ve yapıcıdır. Bırakın ekonomi ideolojileri yönlendirsin. Aksi olursa felaket olur”du. Ve Avrupa Birliği’ni genişletecek yeni ülkelerden “Doğu Bloku” kökenli olanları “bu gerçeği diğerlerinden çok daha çabuk ve olumlu olarak kavramış bulunuyorlar”dı. Bu da, “ekonominin geleceğinin çok daha parlak olmasının güvencesi” idi.

Hiç kuşku yok, buraya kadar konuşulanlar ve söylenenler o denli açık ki, ortaya “Avrupa Genişlemesi” gibi atılan ve hararetle desteklenen olgunun temelinde emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemlerinin yattığı net biçimde görülüyor. Öte yandan AB olarak kendisini örgütleyen Avrupa'nın tüm tutumlarını ABD'ye bağlı olarak geliştirdiğini ve geliştirmeyi sürdüreceğini de göstermektedir. Ama emperyalizme karşı sürekli bir alternatif olarak sosyalist sistemin mevcut olmaması, emperyalist ülkeler arasındaki ilişkileri geçmiş dönemden farklı bir biçim almaya yönelteceği de kesindir. Bu nedenle, Amerikan emperyalizmi ile AB arasındaki çelişkilerin keskinleşmesi söz konusu olabilecektir. Şu an için, gelişen buhranın "lokalize" edilmesi noktasında AB, tümüyle Amerikan emperyalizmi ile "mutabakat" içindedir. Kısa vadedeki gelişmeler, bu "mutabakat" çerçevesinde ortaya çıkacaktır.

Mont Pelerin Cemiyeti’nin buradaki belirleyici rolü de, bizzat Başkan Victoria Curzon-Price’ın sözleriyle açıklanmaktadır. O, 2004’ün en son Özel Toplantısı’nda, Sri Lanka’da konuşurken, “Çok uluslu şirketlerin ortaya çıkması ve sembol ekonomisinin dünya pazarı için belirleyici etken durumuna gelmesinden sonra artık ekonomik süper güç diye bir şey kalmamıştır. Bir ülke ne kadar büyük, güçlü ve verimli olursa olsun, dünya pazarındaki konumu için başkalarıyla rekabet halindedir. Bu liberalizmin zaferidir. Tek başına hiçbir ülke teknolojide, yönetimde, araştırma ve geliştirmede, reformsal süreçlerde, girişimcilikte rekabet öncülüğünü uzun süre koruyamayacaktır. Fakat uluslar ötesi bir şirket için hangi ülkenin ya da hangi ülkeler birliğinin o süreçte öncü olduğu fazlaca önemli değildir. Bu tür bir şirket artık bütün ülkelerde iş yapabilir ve bütün ülkelerde kendini rahat hissedebilir. Hayek’ten bugüne gerçekleştirilen en büyük düş budur” demiştir.

Bu sözler de Mont Pelerin’in varlık amacını ve bu amacı nereye taşıdığını çok açık biçimde somutlamıştır. Kendisi çok deneyimli bir Avrupa uzmanı olan Curzon-Price’ın konuşmasının satır aralarından okunan ise, büyük sermaye grupları arasında işleyen birlik yönündeki eğilimin, ulus-devletlerin rekabetini tamamen ortadan kaldıracağını iddia etmenin kapitalizmin somut yapısal özelliklerine aykırı olduğudur. Sermayenin tekelleşmesi ve uluslararasılaşması, ulusal ve dünya ölçeğinde çelişkileri azaltmayacak tam tersine şiddetlendirecektir.

Öte yandan, rekabetin tekeller arası rekabet düzeyine yükselmesi gerek ulus içi gerekse ulus ötesi ekonomik birleşmeleri teşvik edecektir. Büyük kaynaklara sahip ABD gibi tekelci kapitalist ülkelerin varlığı, bu güce sahip olmayan ülkelerin birlik arayışlarını güdüleyecektir. Ama hangi düzeyde olursa olsun, bu güdülerin dayandığı esas temel soyut bir birlik arzusu değil, kendi kapitalist çıkarlarını maksimize etme çabası olacaktır. Büyük kapitalist güçlerin dünyadaki nüfuz alanlarını paylaşmak için oluşturacakları birlikler, zayıf ülkelerin bir kısmını kapsasa dahi, öncelikle birincilerin çıkarlarını gözeten ve onlar arasındaki çekişmeleri de asla ortadan kaldırmayan emperyalist birlikler olacaktır. Bu nedenle, emperyalist birlik ve ittifakları, artık bozulmayacak, durağan ve kararlı birleşmeler şeklinde kavramak kapitalist işleyişe tamamen ters düşer. Bu bakımdan Curzon-Price’ın bizi götürdüğü sonuç, AB ya da benzeri birliklerin, birliğe üye olan ulus-devletler arasındaki çelişkileri tamamen ortadan kaldırabileceği ve bu devletler arasında çatışmasız bir üst-birlik dönemini başlatabileceği yolundaki varsayımın gerçeklerin sınavına dayanmadığıdır. Tek gerçek, şirketlerin egemenliğidir. AB’nin ayakta kalıp kalmaması ise şirketlerin davranışına bağlıdır. Şirketler için ise şu birlik ya da o ulus-devlet fazlaca önemli değildir. Önemli olan kendini her yerde egemen ve rahat hissetmesidir. Varılmış olan nokta budur.

Emperyalizmin tarihi, diğer rakiplere karşı koyabilmek için çeşitli kapitalist güçler arasında çıkar birliği oluştuğunda, askeri, ekonomik ittifakların, koalisyonların, blokların, kurumların inşa edilebildiğinin örnekleriyle doludur. Avrupa Birliği de böyle bir birliktir. Belirli somut koşulların ve hesapların sonucu oluşturulan bu tür birlikler, şartlar değiştiğinde bozulur; yerine yenileri kurulur. Avrupa Birliği’nin yazgısı da kesinlikle bu çerçevede değerlendirilmelidir. Ne ABD paratoneri ile ne de bölgesel oluşumlarla.

Elbet Curzon-Price’ın söylemediği –söyleyemediği– şeyler de vardır : Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizmin mali sermayenin dünya çapında egemenliğine dayandığı. Günümüzde kapitalizmin yeni ya da farklı bir evresiymiş gibi sunulan küreselleşmenin, Mont Pelerin Cemiyeti’nin tarihi boyunca neo-liberal ve monetarist tetiklemelerle tahkim ettiği emperyalizmin başka bir yüzü olduğu. Uluslararası işbölümü temelinde eşitsiz fakat bileşik gelişen ve eşitsizliği içinde karşılıklı bağımlılığı yeniden ve yeniden üreten kapitalist dünya sisteminin, içinde bütün kapitalist ülkelerin yer aldığı hiyerarşik bir piramide benzediği. Ve ne kadar tahkim edilmiş olursa olsun, bu hiyerarşiye içerilmiş nüfuz alanlarından herhangi birindeki tepkimenin piramidi tuz buz edip dağıtabileceği. İşte bu nedenle Colin Powell'ın da yönetim kurulunda bulunduğu bir federal kuruluş olan Broadcasting Board of Governors tarafından finanse edilen Hür Avrupa Radyosu’nun hâlâ komünizmle ilgili, komünizme karşı verilmesi gereken özgürlük mücadelesi üzerine kurulu haberler yayınlamayı sürdürdüğü ve Varşova Paktı’na karşı kurulduğu savına rağmen ne o paktın ne de sosyalist ülkeler bloğunun artık varolmamasına karşın NATO’nun kendini her geçen gün daha da güçlendirerek dünyanın her alanına yayıldığı…

 


Sayfa : 226-227-228